Sene 1993...
İngiltere'deydim...
Ramsgate'i seçmiştim kalmak için...
Yabancı dilimi geliştirmek üzere hayatımda ilk kez yurtdışına çıkarken ki tercihimi, sahil kenarındaki bir kasabadan yana kullanmış, hiç bir Türk insanının barınmadığı bu yerde, mutlu mesut kalacağımı düşlemiştim...
İlk ailemin yanında 2 ay kaldım... Çatlak 2 kız çocuğu ve babalarının 2. evliliği ile süre giden klasik bir ingiliz aile idi...
Sonra İsviçreli bir arkadaşım sayesinde, daha kalabalık bir ev buldum, kızlı erkekli öğrencilerin kaldığı 3 katlı bir ev...
Ve Halloween Day kutlamaları gelip çattığında, arkadaşlarımla beraber, okulun Halloween Day kutlaması için elbise kiralamaya çıktık...
Cadı kıyafeti... Simsiyah uzun bir elbise, sivri cadı şapkası, uzun takma tırnaklar ve yüzüme yapıştırdığım her türlü iğrenç sivilce... sopam dahil muhteşem bir kostümdü...
Sonrasında da gecenin en iyi kostümü seçildim:)) yaş 22... evden uzakta, tüm yabancı arkadaşlarımla, çılgın bir gece...
Bu akşamda cadılar bayramı...
Yani benim gecem:)))
Cumartesi, Ekim 31, 2009
Cuma, Ekim 30, 2009
Hayat boş...
Zamanı yaşamak lazım...
Biraz önce bir arkadaşım aradı...
2 çocuğu var ve ikiz...
O kadar tatlılar ki...
Biri kız biri erkek...
Tam yemelik...
Geçen hafta sonu lunaparka gittiğimi anlattığımda, bizim oradakine gidelim dedi...
İkimizde eğlenceli tipleriz...
Hayat zor...
Mutlu olmak anı yaşamak ve paylaşmak istiyoruz...
Yarın öğleden sonra veya pazar onu arayacağım, lunaparkta belki bu kapris dolu insanların dırdırlarından uzaklaşarak kendimizi eğlendirip kısa bir süre içinde olsa mutluluğu yakalarız...
Tam telefonu kapattım, bu seferde 12 senedir tanıdığım ama yılda 1 görüştüğüm bir arkadaşım aradı...
Haftaya evleniyor...:)) ilk turu olacak...
Biraz endişeli... Kız tarafının anlamsız tafralarından sıkılmış... Heyecanını kaybetmiş... İlk turu 10 sene önce tamamlamış biri olarak benden hayat dersi almak için aramış... Laf arasında beni görmezden geldin diye de lafı giydirmeye çalışsa bile, ona "gönül sesimi" dinlediğimi söyledim...
Gönül sesim...
Bazen aka bazen ... konsa da... ben hep gönül sesimi dinleyeceğim:)))
Haftaya pazara nikaha davetliyim... O zamana kadar yüzükleri atmazlarsa... Yok 37 sine gelmiş bir adam olarak bence yüzük atmaz... O da birinci turu atmak için dener... Umarım da mutlu olurlar...
Bu sene içinde evlenen 5. arkadaşım...
Bu sene şans getirdi herkese...
Bir bana getirmedi...
Yok evlenmek değil isteğim...
Ama anı yaşayan, sürekli "aradın, aramadın, unuttun beni zalim" diyen birindense, gerçekten içi içini kemirse bile, arayıp soran, kurallar dışında yaşayan, kendi olan biri...
Yok ama bu dünyada son kalan dinazoru aramak gibi bir şey bu...
Yalansız, dürüst bir adamı kim kaybetmiş ki ben bulayım...
Aman... Anı yaşayalım, arkadaşlarım saolsun...
Zaten tek kalıcı şey bu dünyada arkadaş ve dostlar...
Kalıcı olmak istemeyen kendinden çekip gidiyor, ruhunuz bile duymuyor...
Umarım kendinden emin birileri aynı bizler gibi birileri bizi bulur...
Yoksa hayat çok kısa...
İstek...
Bir anlık isteksizlik...
Bir anlık vazgeçiş...
Anlık hevesler...
Eskileri özlüyorum...
Zamanla, emekle varolmak...
İnsanlar hayata sıkı sıkıya tutunmak yerine hızlıca vazgeçişlerde...
Kapılar kapanıyor, duvarlar örülüyor...
Mesajlar, telefonlar siliniyor...
Ne olduğunu kimse bilemiyor...
Vazgeçişler...
Bir anlık vazgeçiş...
Anlık hevesler...
Eskileri özlüyorum...
Zamanla, emekle varolmak...
İnsanlar hayata sıkı sıkıya tutunmak yerine hızlıca vazgeçişlerde...
Kapılar kapanıyor, duvarlar örülüyor...
Mesajlar, telefonlar siliniyor...
Ne olduğunu kimse bilemiyor...
Vazgeçişler...
Uykucu Bortubocuk...
Bu kadar mı yorgunmuşum...
Dün öğlene kadar gene iş ile ilgili telefonlarım sabah körü başlayıp, öğleden sonraya kadar devam etti durdu...
Benim değil, Türkiye'nin bayramında bile bana rahat yok...
Öğleden sonraki uykumu bütün gün ve gece sürdürüp, bu sabah 8.00 de dinç bir şekilde uyandım...
Bu kadar uykucu muyum?
Yoksa bu iş telefonları beynimi ve enerjimi yuttu???
Daha uyusam uyurum ama annem beni bekliyor...
Salı, Ekim 27, 2009
Beklentilerim...
Tüm içimdeki mutluluğu ve sevgi tohumlarını çevreme yaydığım gün...
Bugün...
Pazartesi Sabahı:
Bostancı Ofis'te departman toplantımızda biraraya geldik...
Ne güzel bir lokasyon... Evime 5 dakika...
Geç uyanmak, yavaş yavaş hareket etmek ve de gün ışığını yakalamak adına güzel bir gündü...
Tabii toplantı güzel geçti... En azından kendi adıma içimdekileri kolayca dışa vurdum...
Taleplerimi anlattım...
Herkesin aynı özveri ile, işini severek ve profesyonel anlamda yapması gerektiğinin bir kez daha altını çizdim...
Bundan sonrasında artık kimsenin gözünün yaşına bakmak yok...
Buna bende dahil olabilirim...
Kankam çok mutlu...
En yakın arkadaşlarımın mutluluğu beni de mutlu ediyor...
Bende mutluyum... Bir büyük kongreyi daha atlattım, bitmeyecek sanmıştım... ama tükendim... uykusuzluk, stres son noktada idi...
Bu hafta içindeki 4.5 günlük tatilde kendime zaman ayırabileceğim.
Anneme zaman ayırabileceğim...
Kitaplarıma, arkadaşlarıma, evime... de zaman ayırabileceğim...
Ve gerçekte ne yapmak istediğim, istemediğimle ilgili de bir karar aşamasına ulaşacağım...
Pazartesi, Ekim 26, 2009
Tüm Fenerbahçelilerin sevinçlerine ortağım:))
Şükrü Saraçoğlu Stadyum'unda, kötü oynanan bir futbola rağmen sarı lacivert konfetilerle gökyüzünü süsledik...
İçim rahat...
Tüm Galatasaray'lılara geçmiş olsun...
Maçı 2 Fenerbahçeli, 1 Beşiktaşlı ile izledim... Kankacığım Beşiktaşlı olup şom ağzı hiç durmadı...
Mutluyum...
Maç öncesi konuştuğum tüm Galatasaraylılara buradan selamımı iletirim...
Pazar, Ekim 25, 2009
Maske...
Taktık maskelilere...
Bende bunun üzerine, yaklaşık 15 gündür normal yaşantıma dönmek üzere, yüzüme bir bal maskesi yaptım...
Bütün yorgunluğumu yüzümden kaldırmak için...
Sonrasında güzel bir güne merhaba demek için dışarıya çıkacağım...
Öncelikle Kaya'ya uğrayacağım... Kaya saçlarımı güzelleştiren arkadaşım... 10 senedir beraberiz... Ne derse yaparım... Bana Başak diye seslenir hep, ısrarla ismimi söylemiyor... Karşılıklı atışırız... Hayatımdaki herşeyi bilir, aynı kankam gibi... Bana akıl verir... Yurtdışına gittiğim zamanlarda neler yaşadığımı bildiğinden de arar sorar... Yalnız kalmamam için...
Yüzümden anlar mutlu muyum, mutsuz muyum...
Kankam da gülüşümden duruşumdan anlar mutlu muyum, içim mi sıkıldı, mutsuz muyum...
Zaman, emek ile arkadaşlıklar gelişir...
Ne ekerseniz onu biçersiniz...
Sonrasında anneme uğrama planım var... Belki de hafta arası uğrarım..
Caddede dolaşacağım...
Kendimi sokaklara atmak istiyorum...
Boş boş dolaşmak...
Bende bunun üzerine, yaklaşık 15 gündür normal yaşantıma dönmek üzere, yüzüme bir bal maskesi yaptım...
Bütün yorgunluğumu yüzümden kaldırmak için...
Sonrasında güzel bir güne merhaba demek için dışarıya çıkacağım...
Öncelikle Kaya'ya uğrayacağım... Kaya saçlarımı güzelleştiren arkadaşım... 10 senedir beraberiz... Ne derse yaparım... Bana Başak diye seslenir hep, ısrarla ismimi söylemiyor... Karşılıklı atışırız... Hayatımdaki herşeyi bilir, aynı kankam gibi... Bana akıl verir... Yurtdışına gittiğim zamanlarda neler yaşadığımı bildiğinden de arar sorar... Yalnız kalmamam için...
Yüzümden anlar mutlu muyum, mutsuz muyum...
Kankam da gülüşümden duruşumdan anlar mutlu muyum, içim mi sıkıldı, mutsuz muyum...
Zaman, emek ile arkadaşlıklar gelişir...
Ne ekerseniz onu biçersiniz...
Sonrasında anneme uğrama planım var... Belki de hafta arası uğrarım..
Caddede dolaşacağım...
Kendimi sokaklara atmak istiyorum...
Boş boş dolaşmak...
Saatleri geriye almışlar...
Geçen dönem saatleri ileriye alacağımız dönem, cep telefonumun otomatik olarak kendini ileriye aldığından bi haberdim...
O günde seçim günü idi...
O kadar yorgundum ki; klasik hayatımın akışından dolayı; annem ile 12 gibi konuşup, mutlaka oy vermeye gideceğimi söylemiş ama öğleden sonra biraz daha kendime gelince gideceğimi belirtmiştim.
Kim bilebilirdi ki, saat kendini 1 saat ileri, bende o saati 1 saat daha ileri alarak, günü maksimum ileride yaşadığımı...
Ertesi gün işe giderken, arabadaki saati de ileriye alma gafleti ile, gene 1 saat ileride yaşama başlamıştım...
Toplantıya geç kalıyorum diye de Denizhan'ı yoldan arayıp geç kalacağımı söylediğimde ise, bana "saat daha erken yetişirsin" demiş, ben bir anlam verememiştim...
İşe gidince herşey ortaya çıkmış... Herkesin diline düşmüştüm...
Bugün aynı hatayı yapmadım...
Saatim, bilgisayarım ve büyük olasılıkla arabamda otomatik olarak kendilerini revize etmişlerdi...
En azından bugünü yani bir pazar gününü normal saatinde yakaladım...
Üzerimden kamyon geçmiş gibi hissetsem de, bugün sevdiklerim ve sevenlerimle güzel bir güneşli İstanbul günü yaşayacağım...
Kifayetsiz kelimeler...
Kelimeler...
Türkçe dil sözlüğünde anlamı olan kelimeler...
Ama arkasında durulmadığında hiçlik sembolü olan kelimeler... Ya da anlatımınızda yetersizlik ifade eder kelimeler...
Sarfedilen kelimelere anlam yüklersiniz...
Ama bilmezsiniz ki... sadece öylece sarfedilmiştir onun tarafından...
Bir boşlukta yüzmeye başlarsınız...
Herşey yalandır...
Günümüzün hastalığı...
Tatminsiz insanlar...
Bilmezler dürüstlüğü, güvenmeyi...
Sudan sebebler ile başkalarının duyguları ile oynamayı adet edinmişlerdir...
Onlar hep haklıdır...
Bilmezler hayatı, yaşamı...
Gizli kapılar ardında kalırlar...
Kapılardan geçip dünyaya açılamazlar...
Hepsi birer filozof...
Hepsi kendi sayfalarında birer yazar...
Hayatı yazarlar...Dünyayı yönetirler... Başkalarının yaşanmışlıklarını anlatırlar...
Alkışları alırlar..
Ama yaşamı bilmezler...
Hayatı maskeli dolaşırlar...
Kelimeleri de maskelidir..
Herşey yalandır...
Boştur...
Herşey hikayedir...
Siz gerçeksinizdir...
Onlar sadece masal dünyasındaki kötü insanlar...
Kırarlar...
Parçalarlar...
Ve onlar için sadece bir oyuncaksınız...
Bir sonraki yazıları için...
Aman dikkat...
Kırıklarınızı hemen içinizden atın...
Sarılın gene yaşama...
Çünkü yaşam çok kısa...
İnanıyorum ki iyi insanlar azınlıkta bile olsa, biz onlara mutlaka bir gün rastlayacağız...
Bunlar sadece birer sınav...
Dostlarınızı dinleyin...
Onlar nedense hep haklı çıkıyor...
Maskelerden uzak durun... Maskelilerden...
Sorunlarınız yokmuş gibi, bir ek sorun katmayın hayatınıza...
Ve sevgiyle kalın...
İçinizdeki sevgiyi paylaşmaktan korkmayın...
Paylaştıkça çoğalır...
Herkese bulaştırın sevginizi...
İçinizdeki çocuğu da öldürmeyin...
Onu sevecek mutlaka birileri olacak...
Türkçe dil sözlüğünde anlamı olan kelimeler...
Ama arkasında durulmadığında hiçlik sembolü olan kelimeler... Ya da anlatımınızda yetersizlik ifade eder kelimeler...
Sarfedilen kelimelere anlam yüklersiniz...
Bir boşlukta yüzmeye başlarsınız...
Herşey yalandır...
Günümüzün hastalığı...
Tatminsiz insanlar...
Bilmezler dürüstlüğü, güvenmeyi...
Sudan sebebler ile başkalarının duyguları ile oynamayı adet edinmişlerdir...
Onlar hep haklıdır...
Bilmezler hayatı, yaşamı...
Gizli kapılar ardında kalırlar...
Kapılardan geçip dünyaya açılamazlar...
Hepsi birer filozof...
Hepsi kendi sayfalarında birer yazar...
Hayatı yazarlar...Dünyayı yönetirler... Başkalarının yaşanmışlıklarını anlatırlar...
Alkışları alırlar..
Ama yaşamı bilmezler...
Hayatı maskeli dolaşırlar...
Kelimeleri de maskelidir..
Herşey yalandır...
Boştur...
Herşey hikayedir...
Siz gerçeksinizdir...
Onlar sadece masal dünyasındaki kötü insanlar...
Kırarlar...
Parçalarlar...
Ve onlar için sadece bir oyuncaksınız...
Bir sonraki yazıları için...
Aman dikkat...
Kırıklarınızı hemen içinizden atın...
Sarılın gene yaşama...
Çünkü yaşam çok kısa...
İnanıyorum ki iyi insanlar azınlıkta bile olsa, biz onlara mutlaka bir gün rastlayacağız...
Bunlar sadece birer sınav...
Dostlarınızı dinleyin...
Onlar nedense hep haklı çıkıyor...
Maskelerden uzak durun... Maskelilerden...
Sorunlarınız yokmuş gibi, bir ek sorun katmayın hayatınıza...
Ve sevgiyle kalın...
İçinizdeki sevgiyi paylaşmaktan korkmayın...
Paylaştıkça çoğalır...
Herkese bulaştırın sevginizi...
İçinizdeki çocuğu da öldürmeyin...
Onu sevecek mutlaka birileri olacak...
Perşembe, Ekim 22, 2009
Kozalak
Ağaçlar...
Deniz...
Gökyüzü...
Mutluluklarım...
Renkleri, şekilleri ve bana ifade ettikleri...
Benim beğendiklerimin mutlak suretle bir anlamları vardır...
Bir sabah 1 kozalak buldum evimin kapısı önünde...
O kadar mutlu oldum ki onu hemen alıp şirkete getirdim...
Masama konumlandırdım yatay olarak...
Burada benimle 1 haftadır...
Deniz...
Gökyüzü...
Mutluluklarım...
Renkleri, şekilleri ve bana ifade ettikleri...
Benim beğendiklerimin mutlak suretle bir anlamları vardır...
Bir sabah 1 kozalak buldum evimin kapısı önünde...
O kadar mutlu oldum ki onu hemen alıp şirkete getirdim...
Masama konumlandırdım yatay olarak...
Burada benimle 1 haftadır...
Son hazırlıklarımız...
Dün akşam stand şekillenmeye başladığında bende artık buz kalıbı haline gelmiştim...
Tüm vucudum kaskatı kesildi...
Dışarıdan gelen soğuk hava dalgası, Balkanlardan geleni bertaraf etmişti...
Sonunda çaysız, kahvesiz, susuz hayatıma son verip eve gitmeye karar verdim, tabii sadece ben değil, tüm ekip bu karara varmıştı... Sabah saat 4.00 de tekrar stand alanında buluşmak üzere ben kaçtım...
Kar mı yağacaktı acaba...
Kendimi tamamen işe kaptırmış olmanın dezavantaji ile, haftalık accuweather'dan kontrol ettiğim hava durumundan da habersiz kaldım...
Eve gittiğimde sadece yatak odasına yönelip, bilgisayarımdaki maillerimi son kez kontrol edip, yatağımın sol tarafına onu yerleştirdim ve yorganımı çekerek derin uyku moduna geçtim...
O derin uyku şöleninde bir telefon sesi ile irkildim ve telefonu kapattım, sonra jeton düştü... Duygu, stand alanına gidince beni uyandıracaktı...
Hemen geri aradım ve evden çıkacağımı haber verdim...
Gecenin 4 ü... Ben gene yollardaydım...
Gece İstanbul çok güzel... Özellikle de Boğaziçi köprüsü... Başka bir şehirde yaşamak istemiyorum, en azından emekli olana kadar:))) Tüm renkleri görebiliyorsunuz akşamları, ama gece sabah karşı en çok bu maviyi seviyorum... Şimdi rakı içmek vardı sahilde boğaza nazır... Neyse az kaldı:))
Gelelim güzeller güzeli standımıza...
Sis perdesi kurulması gerekiyordu... Ayrıca balon ekranların...
15.000 ansülmeni planladığımız alana alamadık, ayrı bir ayak yapılması gerekiyor duvara...
Bunun dışında tüm grubu saat:15:00 de Kongre Merkezi'ne çağırdım... Filmlerimizin ve anketlerimizin demolarını yapabilmek için...
Herşeyin yolunda gitmesini ve herkesin memnun kalmasını tememmi ediyorum,
Sürekli dilimi ısırıyorum herhangi bir aksilik yaşamamak adına...
Emeklerime değsin...
Not:
Standın yer dizaynı tarafıma ait...:)))
Tüm vucudum kaskatı kesildi...
Dışarıdan gelen soğuk hava dalgası, Balkanlardan geleni bertaraf etmişti...
Sonunda çaysız, kahvesiz, susuz hayatıma son verip eve gitmeye karar verdim, tabii sadece ben değil, tüm ekip bu karara varmıştı... Sabah saat 4.00 de tekrar stand alanında buluşmak üzere ben kaçtım...
Kar mı yağacaktı acaba...
Kendimi tamamen işe kaptırmış olmanın dezavantaji ile, haftalık accuweather'dan kontrol ettiğim hava durumundan da habersiz kaldım...
Eve gittiğimde sadece yatak odasına yönelip, bilgisayarımdaki maillerimi son kez kontrol edip, yatağımın sol tarafına onu yerleştirdim ve yorganımı çekerek derin uyku moduna geçtim...
O derin uyku şöleninde bir telefon sesi ile irkildim ve telefonu kapattım, sonra jeton düştü... Duygu, stand alanına gidince beni uyandıracaktı...
Hemen geri aradım ve evden çıkacağımı haber verdim...
Gecenin 4 ü... Ben gene yollardaydım...
Gece İstanbul çok güzel... Özellikle de Boğaziçi köprüsü... Başka bir şehirde yaşamak istemiyorum, en azından emekli olana kadar:))) Tüm renkleri görebiliyorsunuz akşamları, ama gece sabah karşı en çok bu maviyi seviyorum... Şimdi rakı içmek vardı sahilde boğaza nazır... Neyse az kaldı:))
Gelelim güzeller güzeli standımıza...
Sis perdesi kurulması gerekiyordu... Ayrıca balon ekranların...
15.000 ansülmeni planladığımız alana alamadık, ayrı bir ayak yapılması gerekiyor duvara...
Bunun dışında tüm grubu saat:15:00 de Kongre Merkezi'ne çağırdım... Filmlerimizin ve anketlerimizin demolarını yapabilmek için...
Sonra şirkete geldim.. 14:00 gibi son duruma bakmaya gideceğim.
Bugün erken dönmem ve kendimle ilgilenmem lazım...
Yarın büyük gün...
Herşeyin yolunda gitmesini ve herkesin memnun kalmasını tememmi ediyorum,
Sürekli dilimi ısırıyorum herhangi bir aksilik yaşamamak adına...
Emeklerime değsin...
Not:
Standın yer dizaynı tarafıma ait...:)))
Çarşamba, Ekim 21, 2009
Kaldı 1,5 gün... Sonra perdeler açılıyor...
Evet tam 1.5 gün sonra Haliç Kongre Merkezi'nde sahne açılıyor...
Tam 5 aylık bir hazırlanma süreci arasında toplu tatil, dönem toplantısı ve Eylül ayı sonunda da gene büyük bir kongre girdi... Son 10 günü nasıl geçirdiğimi bilmiyorum... Az uyku, az yemek, bol bol koşuşturma...
Hepimizin emeğine değmesini istiyorum...
Her şirkette olduğu gibi emek vermeden yemeğe konan insanlar var...
Hep idare ettim ama bu sefer tırnaklarımı çıkarmaya eğilimim var...
Her kongrede olduğu gibi, bu kongrede de stand kurulumunda boy gösteren tek firma yetkilisiyim...
Bütün stand kuran firmalar ve organizasyon firması bu duruma alışık, hatta gitmediğim kongrelerde de bizimkilere gelip gelmeyeceğimi soruyorlarmış:)) buna çok güldüm... Yılda 150 kongrenin hepsine katılmam zaten 8-9 tanesi çakıştığı için mümkün değil...
Sadece kongrede değil, bir de toplantılar var tüm Tr de tarafımdan organizasyonu yapılan...
Tabii ki klonlama olsa ilk ben talep edeceğim... 5-10 tane süper olur...
Artık trafik rahatladığı bir saatte eve gidip üstümü değiştirmem gerekecek, sonra perşembe giyeceğim kıyafetleri yanıma alarak, tekrar buraya gelmem lazım...
Burada su bile yok, bırak sıcak çay / kahveyi... tam bir yokluk...
Üstelik tüm dış mekan kapılarında açık olması sebebi ile donarak ölebilirim...
Tek tesellim, Haliç karşısında Sütlüce mezarlığı olduğunu düşündüğüm yer... Çok yakın hani Saltanat kayığı ile sadece karşıya geçmek, sonrasında da teleferik ile oraya götürülmem mümkün...
Ama toprak altına giremem, çocukluğumdan beri tüm inançlarımıza aykırı bile olsa, yakılmak istiyorum...
Tek sorun ise, ailemden ve arkadaş çevremden kimsenin buna yanaşmaması...
Halbuki tüm bu işlemler bedelsiz olmayacak:))))
Sonrası ise, parlak zarif bir gümüş kap içine külleri dökmeden yerleştirme işlemine kalıyor...
Bu işlemden sonra ise, 750 Km lik bir yolculuk araba ile, körfez dolaşılmaz ise mesafe kısalır...
Tabii Yenikapı-Bandırma seferinden sonra, İzmir'e 3 saatte, Datça'ya da 3 saatte gittiğimi hesaba katarsak, vasiyetimdeki yere de tekne ile gidileceğinden dolayı, maksimum 1 saat... bu bir tatil bile sayılabilir görevi yerine getirecek kişi için...
Merasim ise, nilüfer yaprağı üzerine beyaz mumların konulması ve suya bırakılması ile başlar...
O sırada uygun müzik için halen araştırmalarımı yapıyorum...
Sonrasında rüzgar olmadığından emin olunduktan sonra küller mumların çevresine özenle bırakılır... denize...
Böylece sadece ruhum değil, bedenim de huzura kavuşmuş olacak...
İçim rahatladı birden...
Tabii halen kongre merkezi ayazında, donuyorum...
Bu kıyafeti sabah neden giydiğimi bir anlasam...
Aklım nerede...
Bilen yok...
Cuma günü ve cumartesi günü uydularımızda bittikten sonra... ben börtüböcük, derhal lunapark'a gideceğim...
Görkem geliyor bu cuma günü, mecburiyetten düğüne gitmem gerekiyor Korhan ve Görkem'le... Ben sadece paravanım bu düğünde...
Bu paravan karşılığında ise, tehditlerimden biri cumartesi lunapark'a götürülmek...
Pembe bulutlu şekerden yemek...
Mümkünse avazım çıktığı kadar bağırmak...
Ayrıca cuma akşamı içmek istiyorum... Yoksa damarlarımdaki kan pıhtılaşacak...
Pazar günü ise, annemle brunch a gitme hayalim var... Kalamış'a... En sevdiğim yer... Umarım hava güzel olur... Belki de Moda'ya gideriz...
Tabii bu sabahları nasıl uyandığıma da bağlı... Her zaman planlar değişebilir...
Tam 5 aylık bir hazırlanma süreci arasında toplu tatil, dönem toplantısı ve Eylül ayı sonunda da gene büyük bir kongre girdi... Son 10 günü nasıl geçirdiğimi bilmiyorum... Az uyku, az yemek, bol bol koşuşturma...
Hepimizin emeğine değmesini istiyorum...
Her şirkette olduğu gibi emek vermeden yemeğe konan insanlar var...
Hep idare ettim ama bu sefer tırnaklarımı çıkarmaya eğilimim var...
Her kongrede olduğu gibi, bu kongrede de stand kurulumunda boy gösteren tek firma yetkilisiyim...
Bütün stand kuran firmalar ve organizasyon firması bu duruma alışık, hatta gitmediğim kongrelerde de bizimkilere gelip gelmeyeceğimi soruyorlarmış:)) buna çok güldüm... Yılda 150 kongrenin hepsine katılmam zaten 8-9 tanesi çakıştığı için mümkün değil...
Sadece kongrede değil, bir de toplantılar var tüm Tr de tarafımdan organizasyonu yapılan...
Tabii ki klonlama olsa ilk ben talep edeceğim... 5-10 tane süper olur...
Artık trafik rahatladığı bir saatte eve gidip üstümü değiştirmem gerekecek, sonra perşembe giyeceğim kıyafetleri yanıma alarak, tekrar buraya gelmem lazım...
Burada su bile yok, bırak sıcak çay / kahveyi... tam bir yokluk...
Üstelik tüm dış mekan kapılarında açık olması sebebi ile donarak ölebilirim...
Tek tesellim, Haliç karşısında Sütlüce mezarlığı olduğunu düşündüğüm yer... Çok yakın hani Saltanat kayığı ile sadece karşıya geçmek, sonrasında da teleferik ile oraya götürülmem mümkün...
Ama toprak altına giremem, çocukluğumdan beri tüm inançlarımıza aykırı bile olsa, yakılmak istiyorum...
Tek sorun ise, ailemden ve arkadaş çevremden kimsenin buna yanaşmaması...
Halbuki tüm bu işlemler bedelsiz olmayacak:))))
Sonrası ise, parlak zarif bir gümüş kap içine külleri dökmeden yerleştirme işlemine kalıyor...
Bu işlemden sonra ise, 750 Km lik bir yolculuk araba ile, körfez dolaşılmaz ise mesafe kısalır...
Tabii Yenikapı-Bandırma seferinden sonra, İzmir'e 3 saatte, Datça'ya da 3 saatte gittiğimi hesaba katarsak, vasiyetimdeki yere de tekne ile gidileceğinden dolayı, maksimum 1 saat... bu bir tatil bile sayılabilir görevi yerine getirecek kişi için...
Merasim ise, nilüfer yaprağı üzerine beyaz mumların konulması ve suya bırakılması ile başlar...
O sırada uygun müzik için halen araştırmalarımı yapıyorum...
Sonrasında rüzgar olmadığından emin olunduktan sonra küller mumların çevresine özenle bırakılır... denize...
Böylece sadece ruhum değil, bedenim de huzura kavuşmuş olacak...
İçim rahatladı birden...
Tabii halen kongre merkezi ayazında, donuyorum...
Bu kıyafeti sabah neden giydiğimi bir anlasam...
Aklım nerede...
Bilen yok...
Cuma günü ve cumartesi günü uydularımızda bittikten sonra... ben börtüböcük, derhal lunapark'a gideceğim...
Görkem geliyor bu cuma günü, mecburiyetten düğüne gitmem gerekiyor Korhan ve Görkem'le... Ben sadece paravanım bu düğünde...
Bu paravan karşılığında ise, tehditlerimden biri cumartesi lunapark'a götürülmek...
Pembe bulutlu şekerden yemek...
Mümkünse avazım çıktığı kadar bağırmak...
Ayrıca cuma akşamı içmek istiyorum... Yoksa damarlarımdaki kan pıhtılaşacak...
Pazar günü ise, annemle brunch a gitme hayalim var... Kalamış'a... En sevdiğim yer... Umarım hava güzel olur... Belki de Moda'ya gideriz...
Tabii bu sabahları nasıl uyandığıma da bağlı... Her zaman planlar değişebilir...
Salı, Ekim 20, 2009
Burukluk...
Bugün sabah saat 7:00 de Holiday Inn North Airport'ta idim... Lansman toplantımızın tüm dekorları hazırdı... 11:00 kadar 85 kişilik grup ile yeterince kaynaştım:)
Sonra 13:00 deki toplantıma katılmak üzere yola çıktım...
Kavacık'a geldiğimde, öğle saati de gelmişti...
Yemek, sigara sohbet...
Bugün buruk bir gündü...
Bir gün öncesinde bu kadar mutlu iken bir gün sonrası buruk olmak...
Sonra 13:00 deki toplantıma katılmak üzere yola çıktım...
Kavacık'a geldiğimde, öğle saati de gelmişti...
Yemek, sigara sohbet...
Bugün buruk bir gündü...
Bir gün öncesinde bu kadar mutlu iken bir gün sonrası buruk olmak...
Pazartesi, Ekim 19, 2009
Pazar, Ekim 18, 2009
gözlerimden akan yaşlar... durmuyor...
Patlama...
Bugünün konusu...
Sabah kalktığımda sinirlerimin bozukluğu ile kendiliğimden ağlamaya başladım.
Gözlerim yavaş yavaş kanlanmaya ve şişmeye başladığında evden çıkmıştım... Yağmur ile gözyaşlarım birleşti...
Tüm yüzüm ıslandı, ama yaşlar yağmura rağmen dinmedi...
Gebze yolunda göz gözü görmeyen yağmurda, bende camı buğulu görmeye başladım...
Yaşlarımı silmedim...
Joe Hisaishi dinleyerek, Gebzze'de sanayide kayboldum... Yön hissim ile sonunda aradığım yeri buldum...
Tepelere tırmandık güvenlik ile...
1 Bayan nasıl düz merdivene tırmanabilir diye adam düşünürken, ben çoktan tepeye çıkmıştım...
Aradığım hiç bir materyal orada değildi ve bunu 5 sn de anladım... Boşu boşuna sabahın 8 inde Gebze'ye gelmiştim...
Kurtköy'e gitmek için çıktım yola...
9 da Kurtköy'deydim ve gene güvenlikten başka kimse yoktu, 10 da herkes teker teker geldi, 2 saat hararetli bir toplantı sonrasında, Kavacık istikameti için yola düştüm... Hava açmaya başlamıştı...
İçim buruk, gözlerim şiş, saçlarım tünnük tünnük...
Güvenlik hafta içi gördüğü kişi ile pazar günkü kişiyi pek bağdaştıramamış, kaçacak yer arar gibi idi:))
2. katta beklemeye başladım...
15-20 dk lık olumsuz bir görüşme ile, herşey sıfırlandı...
Abimin annemin hep söyledikleri yüzüme birer birer çarptı...
Rüyadan uyanma vakti idi...
Tüm şalterler indi... Bir an gözyaşlarımla asansörde buldum kendimi, kimseye gözükmeden binadan çıkmalıydım...
Holiday Inn e gidene kadar güneşli hava, buğulu gözlerimden süzülen yaşlar ile, bir kaç telefon görüşmesi yaptım...
Karar verilmişti...
Sil baştan bir dünya kurulacaktı... o dünyadaki çarklara ters bir döngü içinde, benliğimin sesi dinlenerek, ilerlemem gerekiyordu...
Ama bir toplantım daha vardı, 3 saatlik toplantı için kırmızı gözlerden uzaklaşmalıydım...
Herşey menfaatlerimize uygun ilerledi...
Kendimle bir kez daha gurur duydum...
İşte bu bendim...
Annemin evinin önünden geçerken, yer olmaması ile, menzil eve yöneldi...
Üzerimden tren geçmiş, gözlerime taşlar bağlanmış bir halde eve ulaştığımda, önce annemi aradım...
Sonra abim aradı, Erin'in bebek dili ile konuşmasını dinledim... Yerim onu ben...:)))
Bu 100.üncü yazım...
Biz bir toplum içinde yer alan belli yaşam dengeleri ve tarzları olan insanlar, kalabalık ortamlarda bir bütünün parçalarıyız... Ama her birimiz ailemiz tarafından özgün yetiştirilme tarzı ve çevresel faktörler ile birey olarak farklı hayat bakış açılarına sahip olup, çoğu zaman toplumdan kendimizi soyutlar ve de farklılaştırırız...
Temelde örnek vermek gerekirse, çantalar aynı kategori altında hepsi sadece bir amaç için insanlara sunulan bir gereç...
Ama her çanta dizaynı ve rengi ile farklı tarzdaki insanlara hitap ediyor...
Ama sonuçta sadece çanta...
Bizde sonuçta sadece insanız...
Dürüst, akıllı, aptal, alavereci, yalancı, yüzsüz diye sıralamak gerekirse, sonuçta hepimiz insanız...
Tek farkımız değer yargılarımız...
Ben herkes miyim?
Evet herkesim... ama belki de değilim...
Bunun ne önemi var şimdi derseniz...
Tek şey önemli,
Bir ortak noktada birbirimizi bulabiliyor ve andan zevk alıyorsak neden saçma sapan kalıplar arasında birbirimizden kopmamız gerekiyor...
Neden birbirimize zaman ayırıp birbirimize destek olmaya çalışmıyoruz da, herkes değilim kavramı ile insanları kendimizden soyutlamaya çabalıyoruz...
Yarın ne olacağımız belli değilken,
Bu dünyada sadece geçici ziyaretçilerken,
Dünya her geçen gün bu kadar kötüye giderken,
Bizim aramızda alıp veremediğimiz ne?
Ben bilmiyorum...
Dünya her geçen gün birini daha kaybediyor...
Anlamsızlıklar ile...
Ben kavgası ile...
Herkes değilim davası ile...
Yazık...
Temelde örnek vermek gerekirse, çantalar aynı kategori altında hepsi sadece bir amaç için insanlara sunulan bir gereç...
Ama her çanta dizaynı ve rengi ile farklı tarzdaki insanlara hitap ediyor...
Ama sonuçta sadece çanta...
Bizde sonuçta sadece insanız...
Dürüst, akıllı, aptal, alavereci, yalancı, yüzsüz diye sıralamak gerekirse, sonuçta hepimiz insanız...
Tek farkımız değer yargılarımız...
Ben herkes miyim?
Evet herkesim... ama belki de değilim...
Bunun ne önemi var şimdi derseniz...
Tek şey önemli,
Bir ortak noktada birbirimizi bulabiliyor ve andan zevk alıyorsak neden saçma sapan kalıplar arasında birbirimizden kopmamız gerekiyor...
Neden birbirimize zaman ayırıp birbirimize destek olmaya çalışmıyoruz da, herkes değilim kavramı ile insanları kendimizden soyutlamaya çabalıyoruz...
Yarın ne olacağımız belli değilken,
Bu dünyada sadece geçici ziyaretçilerken,
Dünya her geçen gün bu kadar kötüye giderken,
Bizim aramızda alıp veremediğimiz ne?
Ben bilmiyorum...
Dünya her geçen gün birini daha kaybediyor...
Anlamsızlıklar ile...
Ben kavgası ile...
Herkes değilim davası ile...
Yazık...
Perşembe, Ekim 15, 2009
Bazen...
Bazen içinde bulunduğunuz tüm güzel koşullara, arkadaşlara, işinize rağmen;
alıp başınızı buralardan uzaklaşmak istediğiniz olur mu???
Şu an sadece cd lerimi ve diddllerimi alıp, arabaya binip gitmek istiyorum...
Issız bucaksız bir kumsal... Ak-tur eğer herkes tarafından terkedildiyse...
Veya ıssız bir koy, Datça yolu üzerindeki Karaincir'in arka tarafındaki koy, ortasında ada olan koyda kayalıkların üzerinde bir gün batımında, müzik sesini sonuna kadar açıp, sadece uzaklara bakmak istiyorum...
Ve dans etmek kumsalda...
Tekne ile de açılabilirim...
Sadece ben...
Denizin ortasında...
Gecenin bir yarısı...
Ve rakı...
Sadece yalnız...
Sadece evde yalnız olmadan denize yakın...
Ya da denizin ortasında...
Yakamozlarla...
Ama mümkün değil...
Bırakıp gitmek...
Zaten nereye gidersem gideyim... içimdekilerden kurtulamıyorum...
Gene dönüp geleceğim yer evim...
Arkadaşlarım...
Annem...
alıp başınızı buralardan uzaklaşmak istediğiniz olur mu???
Şu an sadece cd lerimi ve diddllerimi alıp, arabaya binip gitmek istiyorum...
Issız bucaksız bir kumsal... Ak-tur eğer herkes tarafından terkedildiyse...
Veya ıssız bir koy, Datça yolu üzerindeki Karaincir'in arka tarafındaki koy, ortasında ada olan koyda kayalıkların üzerinde bir gün batımında, müzik sesini sonuna kadar açıp, sadece uzaklara bakmak istiyorum...
Ve dans etmek kumsalda...
Tekne ile de açılabilirim...
Sadece ben...
Denizin ortasında...
Gecenin bir yarısı...
Ve rakı...
Sadece yalnız...
Sadece evde yalnız olmadan denize yakın...
Ya da denizin ortasında...
Yakamozlarla...
Ama mümkün değil...
Bırakıp gitmek...
Zaten nereye gidersem gideyim... içimdekilerden kurtulamıyorum...
Gene dönüp geleceğim yer evim...
Arkadaşlarım...
Annem...
Çarşamba, Ekim 14, 2009
Ennio Morricone & Hugo Montenegro
Toplu tatil döneminde sadece 2 gün kendimi cennete tek başıma kapatmadan önce, bir sürü soundtrack ve değişik müzik cdleri almıştım...
Yalanlar tarafından yutulmamın acısını dindirmek ve ruhumu gene gün ışığına çıkartmak adına...
Çukurlar o kadar derindi ki, cennet cehenneme dönmüştü, soluğu İstanbul'da evimde almak üzere dönmüş ve arkadaşlarımın tatilden dönmesini beklediğim süreçte de kaybolmuştum...
O dönemde aldığım albümün özeti: çocukluk yıllarımda her pazar aşkla Clint Eastwood'un filmlerini seyretmekle geçen döneme ait...
Eskinin filmleri daha bir başka idi...
2 ay önce "iyi, kötü ve çirkin" filmini de bulduğumda kendimi bambaşka hissetmiştim, sanki o günleri geri getirecek gibi, aileme kavuşacaktım...
Ve aldığım cd yi 2 gündür dinliyorum, iş yerinde, arabada, evde...
İnanılmaz bir mutluluk aşılıyor özellikle de 5. ve 12. parçaları... Gene bulutların üzerindeyim...
Movie Classics the music of Ennio Morricone & Hugo Montenegro
Yalanlar tarafından yutulmamın acısını dindirmek ve ruhumu gene gün ışığına çıkartmak adına...
Çukurlar o kadar derindi ki, cennet cehenneme dönmüştü, soluğu İstanbul'da evimde almak üzere dönmüş ve arkadaşlarımın tatilden dönmesini beklediğim süreçte de kaybolmuştum...
O dönemde aldığım albümün özeti: çocukluk yıllarımda her pazar aşkla Clint Eastwood'un filmlerini seyretmekle geçen döneme ait...
Eskinin filmleri daha bir başka idi...
2 ay önce "iyi, kötü ve çirkin" filmini de bulduğumda kendimi bambaşka hissetmiştim, sanki o günleri geri getirecek gibi, aileme kavuşacaktım...
Ve aldığım cd yi 2 gündür dinliyorum, iş yerinde, arabada, evde...
İnanılmaz bir mutluluk aşılıyor özellikle de 5. ve 12. parçaları... Gene bulutların üzerindeyim...
Movie Classics the music of Ennio Morricone & Hugo Montenegro
Salı, Ekim 13, 2009
Muhteşem bir hafta sonu sonrası...
Cuma akşam üstü Sabiha Gökçen Havalimanına gitmek için geri sayarken, Ankara'daki arkadaşım arayarak havalimanı yolunda arabanın tekerleğinin sizlere ömür olduğunu söyledi...
Uça uça ve organizasyonları yapa yapa her bir şeyi bilir oluyorsunuz...
O an tüm alternatifleri düşünmeye başladım...
Tüm havayolları, bir sonraki seferler, yedek listeleri...
Sonra da hayırlısı dedim... Belki hayırlısı bu idi... Kader...
Sonrasında son 5 dk da uçağa bindiğini haber verdi...
Derin bir iç çektim...
Yola çıktık Korhan ile, benim araba ile gittik... Zamanımız olduğundan anneme laptop alma hevesinde olan benim için, Korhan Viaport'a bakalım dedi...
Teknoloji merakımı orada biraz daha tazeledim...
Sonra Viaport'tan ayrılma vaktinde, arkada kocaman bir lunapark gördüm... Mehmet ve Korhan'a ısrarlarıma rağmen beni hiç lunapark'a götürmediler bütün yaz...
Buradaki muhteşemdi, solucan gibi bir tren...
Gondol... Işıl ışıl ve o an çalan şarkıyı söylemeye başladım...
Önümüzdeki hafta beni götürmelerini bekliyorum... Hep söz veriyorlar, ama sözler tutulmuyor...
Sonra Görkem'i almaya gittik...
Oradan da Mehmet/Fadim ile buluşmak üzere sahildeki Işıkhan Restaurant'a gittik... Korhan'ı zaten tanıyorlardı... Benim de Korhan'la oraya 2. gidişimdi... İlkinde fazlası ile açık havada içip sohbet etmiştik... Çokta keyifli idi...
Rakılarımızı masaya koyduk, Görkem herkesle çok iyi anlaştı, o da benim gibi bıcır bıcır, konuşmadan olmuyor:))
Hava serinlemeye başladığında ben Korhan'ın montunu aldım... Buna rağmen gece yarısı kesmedi mont ve şal istedik...
Şallar o kadar güzeldi ki, bize renkli renkli şallar getirdiler, Korhan antep işi gibi dedi... Fadim'inki çok güzeldi, içi kırmızı dışı turkuaz renk...
Görkem küf rengini beğenince Korhan, şef garsondan izin alıp hemen Görkem'e hediye etti... Gecenin ilerleyen saatlerinde Şef garsonu bağlama yoluna gittim:) Fadim ve kendime almak için...
Sonunda alın gitsin dedi:))
Benimki:))) aşağıda... % 50 ipek:))
Sabah kahvaltıya davet ettim Korhan'ı...
Akşamında gece 3 e kadar Görkem ile sohbet etmekten, işimle ilgili yapman gereken çalışmayı yapamamıştım... Benim işimi halletmem gece 3.30 u buldu...
Sabah 9.30 da uyandım ve Görkem'i uyandırdım...
Kahvaltı masasını donatmaya başladım, Korhan'a ekmek siparişi verdim:)))
Sonrasında da türk kahvesi saadeti... İlk kez babaannemden kalan fincanlarımı ve sakız likörümü onlara açtım...
Bütün bu hafta sonu planı iki arkadaşımı kaynaştırmak içindi... Bayram öncesi Korhan'ın Ankara'daki eğitimi sırasında Görkem Korhan ile tanışmış, beni de tanıdığını öğrenince, aramızda kızkıza bir sohbete vesile olmuştu...
İki yakın arkadaşımın birbirlerine çok uygun olacağı gözümde canlanmış ve çöpçatanlığım tutmuştu:))...
Cumartesi onları kendi işlerim ve annemi ziyaretim ile satmış:))), akşam onlara caddeki cafede katılmıştım, şirketten bir arkadaşımız ve eşi de oradaydı...
Sonra hep beraber caddede midye dolma yemeğe gittik...
Süperdi, ben 12 adet, Banu 24 adet, Banu'nun eşi ile bizimkiler toplamda 74 küsür yediler...
1999 da abimlerle Avusturya'yı araba ile gezerken, diddl ları görmüş ve abimin cimriliği ile:)) en küçüğünü bana uygun görmüşlerdi...
Annesi demek zor ama daha çok anneannesi gelmişti Türkiye'ye, tam 10 yıl sonra... Maden bulmuş gibi koşa koşa oyuncak reyonuna indim... Kucağıma alıp 2-3 tanesini, Görkem ile Korhan'a hangisi diye sordum:)
Anneannesini aldım... Küçük olanı da akşam eve gidince anneannesi ile tanıştırdım, o akşam anneme tekrar gidip sevincimi gösterip, çocukça konuştum:) artık diplomalı deliyim:)))
anneanne diddl ve benim diddl ım...
Ben filmin yarısında uykumu almak için yatmaya gittim, seslerden filmi seyretmeme şansım olmadı... Sadece adamın ölüp ülmediği konusu takılı kaldı... Seste uyuyamayan biri olarak, yataktan da kalkacak durumum olmadığı için biraz eziyete döndü...
Ertesi sabah 10:00 da polonezköy'de olmamız gerekir iken, geç kalkmamız ile 13:00 de Polonezköy'e vardık... Kahvaltı bulabildiğimize şükrettik... Mehmet ve Fadim'de gelmişti...
Sonrasında Korhan Görkem'i havalimanına bıraktı, bende kuzenime gittim...
Sonrasında annemi ziyaret ve evime dönüş...
En kötü günümüz böyle olsun:))))
Pazar, Ekim 04, 2009
"Niye" siz bir yaşam süreci...
Biz bir aileyiz... Takım çalışması ile başarılarımız hep gelecek... Bütün rakiplerimize, imkansızlıklarımıza rağmen, buna yürekten inanıyorum...
Antalya'daki iki kongreyi başarı ile bitirip, ürün müdürlerinden, medikal müdürlerden, bölge müdürlerinden ve mümessil arkadaşlardan teşekkürlerimi aldım:)))
Bunlardan biri Ulusal İç Hastalıkları Kongresi idi. Otelimiz Susesi Otel olup, otel açılmadan 3 kere gidip toplantı odaları ve fuaye alanlarını gezen, otel açılımı ile en az 15 kere kongreler ve dönem toplantısı için her köşesi, zemini ve vazolarına kadar ezberlediğim bir otel.
Mülk ve otel sahibi karı-koca bir çift olup, karısı kendi evi gibi, orası çizildi burası çizildi diyerek, içeride montaj yapan ekipten 350 TL leri peşin olarak alıp:))) sabah körü tüm vazoların yerlerini değiştirip, sonra da çamurlu ayakları ile gezen ekiplerin ayaklarına poşet giymesini emir buyuran bir bayan:)))
Kongrede otel sahibinden fırça yemeyen pek kimse kalmamıştır... Kendimizi ilkokula aykırı gelen öğrenciler gibi hissettiren bir otel sahibi....
Diğer kongre Wow'da idi, Aile Hekimliği Güz Okulu. Uydu sempozyumlarımız aynı gün ama saatleri farklı olup, birinin tüm hazırlıklarını yapıp, ürün müdürü ve organizasyon firması ile son provaları yapıp, diğer tarafa geçtim. Yol 50 dk sürüyor iki otel arasında.
Diğer tarafta ürün müdürümüz yurtdışında kongrede olduğundan, medikal müdürümüz ve bana devretti tüm aşamaları... Allah'tan her iki hocayı da tanımanın yararı ile iyi bir şekilde uyduya başladık... organizasyon firması tam bir felaket olmasına rağmen, işinizin tüm evrelerine hakim ve neyin nasıl yapılması gerektiğini bildiğiniz sürece insanlara direktifleri vererek çalıştırabiliyorsunuz...
Organizasyon sırasında "yapamayız" ı, konuşarak "yaptırma" eylemine geçirtebiliyorum.
Bunun avantajından dolayı da, herkes bana güvenir ve bilir ki yaptıramayacağım şey yok...
Başarılı 2 kongre bitti, geriye 45 tane daha kaldı:))) yani kongre mevsimi daha yeni başladı...
14 senelik iş hayatım boyunca, önce zevk ile başlayan seyahatlerin yerini, sonrasında aynı otellerde geçirilen kongre ve toplantılar ile, yerini monotonluğa bıraktı... Kongrelerin % 60 ı Antalya'da, diğerleri İzmir, İstanbul, Ankara, Bodrum, Fethiye ve nadiren son zamanlarda Gaziantep, Erzurum olarak sıralanıyor... Aynı toplantı salonlarında değişen tek şey insanlar ve kongre isimleri...
İş hayatının yoğunluğuna direnç göstermeye çalışıyorum ve hayatımı yemesin diye 2-3 aydır yaşam gayretimi, arkadaşlarıma ve kendime zaman ayırmaya adadım...
Bu süreçte Korhan zamanını ciddi anlamda bana ayırdı...
Canan iş yerindeki cıvıl cıvıl güzeller güzeli kız kardeşim olmasını isteyeceğim, sorumluluk sahibi, her konuda titiz bir insan...
İş disiplinine bayılıyorum, 25 yaşında bu sorumluluk duygusuna sahip birini daha görmedim...
Cumartesi akşamı erkek arkadaşı Emre ile bana yemeğe geleceklerdi...
Cumartesi günü de Tünel'deki bir firmam ile toplantım vardı... Oradaki toplantım bittiğinde saat 16:30 du ve yemek yiyerek, eve dönmem 18:30 u buldu, alışveriş ile...
Sofrayı kurmam, mezeleri ve yemeği hazırlamam ile, geldiler... Emre maç için geldiği gibi gitti... İlk yarı bitinceye kadar Canan'a evi gezdirme kısmını 2 sn de bitirdim... sonrasında genel dedikodulara zaman ayırdık...
Emre sonra katıldı ve sofra muhabbetini, gece 23:00 e doğru Korhan'ın da katılımı ile sürdürdük...
Sonrasında gece 2.30 da, 5. kadehimden sonra 5 dakika kanepede uyuyayım derken, uyumuşum... sabah saat 4.00 de yatağıma geçtiğimi hatırlıyorum...
Deliksiz uyudum...
Cuma akşamı da Korhan ve Esin ile Kadıköy'de içmeye gitmiştik... Gece 1 de Kalamış'a gidip Korhan ile çay içtik ve eve gelmem 3 ü bulmuş ve gene deliksiz uyumuştum...
Sanırım uyku ilacım rakı:)))
Görkem bu hafta sonu gelecekti, ama dönüş uçak bileti bulamadığımızdan haftaya erteledi.
Cuma akşamı inşallah gelecek...
Bu hafta çok yoğun geçecek, firma toplantılarım, benim elemanım için performansının kritize edilmesi durumları var...
Bir de evime Ikea'dan bir şeyler almam lazım...
Ve yarından itibaren 3 aydır boşuna parasını ödediğim ama gidemediğim spor tesisine artık gitmem gerekiyor...
Bu hafta sonundan sonraki ödevim NİYE siz bir yaşam için uygulamasını aktive etmek...
Sonra da geçmişte kazılan ve üstü kapanmayan çukurların içine zaman zaman düştüğüm için toprak almam gerekiyor. Tez zamanda onları kapatmam gerekiyor... yoksa kış geldiğinden yağmur suyu dolar ve ne kadar toprak atarsam atayım, çökecek az da olsa asfalt ile aynı hizaya gelemeyecek... büyük veya küçük hep bir göçük olacak...
Ama önce NİYE...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)