ümitlerimiz...
hep ümidini kaybetme denir... bulacağım umudunu taşıyorum... açık ve net olmakla beraber ikiz ruhumun veya dördüzlerimin oynadığı oyunlar da olmuyor değil... her geçen sene bir önceki seneden daha farklı... çünkü ben daha farklı bir ben oluyorum... umutlar aynı kalmıyor... sadece beklentiler bazen azalıyor, bazen de artıyor... dış cephe kaplama aynı ama iç cephe sürekli yontuluyor:))...
gökyüzündeki maviliğin içinizde oluşturduğu heyecan dalgasını paylaşmak istiyorsunuz... birbirinin içinde oyun oynayan, hatta herhangi bir şekile uygun görüp kaynaştırdığınız biçimlendirdiğiniz bulutları – eskiden ailece seyahatlere çıktığımızda abimle arabanın arkasında bulutları hep bir şeylere benzetirdik -,
paylaşıyorsunuz, ama nedense dünyanın düzenine uygun olarak saçma sapan kırgınlıklar için siz ne kadar da alttan alsanız, önce yüreğinizdeki sevgi deseniz de, hep destek olmayacak mıydık birbirimize deseniz de... herkesin tercihi sevgi olmuyor ... bazen de fedakârlık boyutlarınıza bir son vermeniz gerekiyor... yeter diye içinizde bir çığlık kopuyor:)) ... sonuçta hep biri diğerini kovalıyor... ama yoruluyorsunuz... her gün yeni umutla yeni mutlulukla uyanmak zor mu? ... değil... çünkü ufak şeylerle mutlu olabiliyorsanız zaten bu sizin hazinenizdir:)) (olsun bu da benim oyunum, sonuçta bu da benim yazım zaten...)
veya biri olsun, özel biri olsun mesela... müziğimi paylaşsın, Brain Ferry – The Way To Look Tonight’ı, as time goes by’ı dinlerken içimden geçenleri okusun, dans etsin benimle, ya da gözlerimdeki derinlikte kaybolsun... kaybolsun ama benimde kaybolmamı sağlasın...
son altı aydır dolaşmadığımız yer kalmadı beyoğlunda... hayatı 32 sinde beyoğlunda keşfetmek için geç kalınmadı der gibi... herkesin bir anısı var bu barlarda... üniversite yıllarına dayalı... ben nerdeydim peki:)... keşfedilmeyi bekliyordum sanırım:)... keşfeden de oldu... ama hep birilerinin beni yönlendirmesi gerekiyordu... üniversite yıllarında yoğun yaşanan 4 senede takıldığımız yerler farklı idi... arkadaş grubunun getirdiği farklı alışkanlıklar... - o zaman değerler farklı idi, çok daha güzeldi, saygı vardı, sevgi ise karşılıksız idi, arkadaşlıklar sonuna kadar olanlardandı, ilk bir buçuk sene Beyazıt’a Kadıköy’den vapur ile geçer, sonra Kapalıçarşı içinden yürürdük, dönüşlerde bir o kadar keyifli idi, sıcaktı insanlar, aradan altı üstü 16 sene geçmiş ama sanki bir uçurum varmış gibi şimdiki zamanla –
yoğun değildi... ipimizi koparmamıştık... şimdi istediğimiz kadar koparabiliriz.. ama artık zevk vermiyor... tam tersine milleti ekmek için alternatif plan oluşturmakta zorlaştı:))... (çok ayıp)
ev ise yalnızlığımı doyasıya yaşadığım yer... zaman akıp bilmez... iş varken yorgunsun, sabahları uyumak istersin..hafta sonu çatar ve sen battaniyenin altından çıkmak istemezsin (biraz uyku düşkünlüğü mü var ne?)... cumartesi akşamları var olan bir doğum günü partisi seni hayata bağlar ve de en kötü günüm böyle olsun deyip bir haftaya daha mutlu başlarsın... bilmezsin ki hayatı dolu dolu yaşamanın verdiği keyifi, bir de hayatında sana değer veren biri veya seni senin gözlerine bakarak anlayan biri ile paylaşmak... kulağa hoş geliyor... (ben almiim)... arkadaşlarınızla paylaşırsınız... ama onlar bununla kalmak istemez... illa özel olacak, benim olacak davası hüküm sürer:))... çevreme bakıyorum... herkesin beklediği ve de rastlayamadığı bu doğru adamlar yüzünden herkes farklı kulvarlarda...
bir başıma ayaktayım... doğru adam yerine kendi kendime mutlu olmayı seçiyorum... doğru olan zaman içinde beni bulsun kardeşim... ayrıca kime göre doğru da tartışmalı:))... uğraşamayacağım... hayat akıp gidiyor... hadi eğlenceye... eğlence hangi eğlence... içimdeki ümidi, umudu motive etmek amacı ile...
Brain Ferry Sweet and Lovely ‘ i dinlerken... elimde kitabımla kendimi bu duygularımı yazmak için ekran karşısında buldum... amaç hepimizin yaşadığı çıkmazlarda belki kaybolmamızı engellemek mi? home sweet home... ev dedim değil mi, ev beni biliyor..bu evde herşey canlı... kanepem ki 1999 yılında en eni geniş, standartlar dışı bir kanepe çizip yaptırdım, bazı arkadaşlarım bu yatak olmuş esprisini bile yapar oldu... oturan kalkmak istemiyor... piyanom, 14 şubat’a bir hafta kala 2004 senesinde aramıza katıldı, çocukluktan beri yeteneğime inancım ile kendi kendime inatla yoluna baş koydum... afgan halım, uğruna evin dekorasyonun bağlı kaldığı tek varlık, halıyı her yere taşıyıp, lacivert mi yoksa kiremit tarzı mı? demekten babam, annem isyanları oynamıştı:)) abim uzaklarda olduğundan bu durumda şanslı azınlıktan.. en sonunda gene açık olan renk tercih edildi ki.. millet rahat nefes aldı:), evet hepsi beni biliyor.. ruhumu biliyor, bitmeyen uzun uykusuz gecelerde... benimle birlikteler...
tek ama ayaktasın... biri ile aynı evde olmak zulum gibi.. dayanamıyor ruhum başka birine aynı evde... sanki beni engelliyor, ev değil hapishane oluyor, özgürlüğümü kısıtlıyor, kendi evimde misafir oluyorum...
geçen hafta sonu cumadan arkadaşlarımız ile önce bir şarap partisine gidip, cumartesi ise north shields – coridor – eylulist gibi yerleri gezmemize rağmen ben gene de mojo derim.. circus ‘ un vucudumdaki enerjiyi söküp almasını tercih ediyorum, ama oralara takılacak kafa dengi arkadaşlar olsa da ertesi gün veya her gün de mojo’da kaybolamayız ya:))...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder