3 ay bitti ve adanın Dipkarpaz bölgesi ile Güzelyurt bölgesine gidememiştir...
Arkadaşlarım ile buluşup, sonunda Dipkarpaz yoluna koyuluyoruz... Yolda çok lezzetli peynirli börekleri midemize indirmeye başladık... Sonrasında meyva sularımızı da sabahtan başlayan sıcaklara ön hazırlık olması için vucudumuza depoladık... Dipkarpaz köyünü geçtikten sonra, Karpaz Koruma Alanı girişindeki manzara inanılmazdı...
Kıbrıs'ta olduğuma inanamadım...
Ve bu alana sadece 2 saat mesafede oturmak, cennete bu kadar yakın olmak, bambaşka bir duygu...
İstanbul'da gece gündüz, 7/24 çalışıpta, sadece tatile odaklanmak...
Kıbrıs'ta tüm doğal güzelliklere hafta sonu hatta hafta içi erişebilecek olmak...
Bu sene çıkan bir uygulama ile kişi başı kapıda 1 TL alıyorlar... Bu para yabani eşeklerin beslenmesi ve yaşamlarını sürdürmeleri için alınan bir para...
Andreas Kilisesi'nde durup kiliseye ve çevresinde kurulu olan çarşıya bakıyoruz... Sonra deniz kenarında yer alan merdivenlerden aşağıya inerek, kutsal ve yaralı iyileştirdiği rivayetine dayanan lezzetli sudan içiyoruz...
Bu sudan içince artık bilimum göremediği değişik böcükler tarafından ısırılmamak, kaşınmamak ve daha fazla kabuklu olmamayı diliyorum:)
Sıcakların artık iyice bastırmaya başladığı bu saatlerde adanın en ucuna gitmek için kiliseden ayrılıyoruz...
Adanın en ucunda, muhteşem bir doğa güzelliği içerisinde sağ ve sol taraftaki yeşillikler arasından geçerek, polislerin beklediği en uç noktadaki büyüleyici sahile ulaştığımda, kayalıkların arasında denize atlamayı geçiriyorum aklımdan... ancak bunu yapabilmek için sabah saatlerinde orada olmak gerekiyor... Bu sıcaklıkta aşağıya iniş başımıza güneşin geçmesine sebep verebilir...
Zafer Burunu adı verilen bu burundan, Taş adaya gidilebilir... biraz sudan biraz kayalar üzerinden atlayarak... Ama adanın ucundaki Zafer adasına gitmek pek mümkün değil...
Saat 12:00 ve tüm sıcağın bastırdığı anda, artık dönüş yolundan altın kumsala gidip suyun içine kendimizi bırakma zamanı...
Tekrar kilisenin önünden geçerken, eski binaların artık yeni sahipleri keçileri, yolda köşede yer tutup gelen turistlerden karnını yemekle doyuran eşeğe, bizde elma yediriyoruz....
Yabani demelerine rağmen, arkadaşımın elinden elmayı yiyen ve bizden hiç korkmayan eşek, bizden önce ve gene bizden sonraki minibustekilerinde verdikleri ile günü kurtarıyor...
Altın sahildeki denize doyamıyoruz... Fazla açılma diye uyarılıyorum... Akıntının kuvvetli olduğunu ve de gidilipte dönülmeme ihtimalinin de olduğunu anlıyorum...
Denizin belli yerleri sıcak su akıntısının, belli yerleri soğuk su akıntısının etkisinde...
Hayatımın hiç bir döneminde böyle net ve berrak, muteşem deniz ve deniz dibinin böyle güzel kum olduğunu görmedim...
Fazla insan yok sahilde... Arkadaşımın kalabalık dediği sahili, sanırım Türkiye denizleri ile karşılaştırdığımda, bana göre sakin bile sayılır...
Bırakmak gitmemek istedim, ama bir sonraki aşamada daha iyi donanımlı, bol meyva ve içecek içeren bir buzlukla gelmek lazım...
Acıkmaya başladığımız anda, yola çıkmaya hazırlanıyoruz... Kumlar uzun süreli yürünecek gibi değil... İnanılmaz sıcak...
Koşuyorum tahta alana... ama nafile... sıcaktan gülesim geliyor... Halimiz komik...
Arabanın yanında üzerimizi değiştirip, ayaklarımızı kumdan arındırmaya çalışıyoruz ama pek başarılı olamıyorum bu konuda:)
Teressa'ya geldiğimizde bu adanın her tarafından denize her zaman girebileceğimi daha net anlıyorum...
Kayalıklar beni denize çekiyor...
1 yorum:
Selam 90 yıllarda Magosa'da öğrenciydim.Gerçekten harika bir yer. Kalbimin bir bölümü orada, Karpazda.
Yorum Gönder